Roma 3
Vatikan gezimizin ilk ayağı olan San Pietro Kilisesi’ni gezip oradan Castel Sant’Angelo’ya ve oradan çıkıp Ponte S. Angelo’yu geçtikten sonra gitmek üzere seçtiğimiz iki yerden ilkine doğru harekete geçtik. Kilise gezisi tahminimizden fazla zamanımızı almıştı. Vatikan Müzesi başka bir güne kalmıştı. Ancak kilisenin kubbesinden bütün şehri izleme imkanı bulmuştuk. Şimdi ise yukarıdan baktığımız şehrin yollarına karışmaya gidiyorduk.
Piazza Navona
On beş dakikalık bir yürüyüşün ardından Roma’nın en ünlü meydanlarından biri olan Piazza Novana’ya vardık. Hava oldukça sıcak ve biz de oldukça yorgunuz. Piazza yani meydan zamanın papası olan Giovanni Battista Pamphilj tarafından eski bir stadyum biçiminde yaptırılmış. Bir zamanlar oyunlar oynanan meydanın Grekçeden gelen ilk adı da bundan dolayı “agone” imiş. Oyunların mekanı olan ve adına “Domizione” denilen stadyumdan geriye kalan kalıntıları meydanda açık bir şekilde görmek mümkün. Antik Roma döneminden kalan bu meydanı çok seviyoruz. Hatta sevmekle de kalmıyoruz meydanın doyasıya tadını çıkartmak için elimize birer de dondurma alıyoruz ve meydanda bulunan çeşmenin kenarına oturup afiyetle yiyoruz. La fontana dei quattro fiumi adındaki bu çeşme de gerçek ve de oldukça ihtişamlı bir tarihi eser olarak meydanda bulunuyor. Çeşme 1651 yılında Giancarlo Bernini tarafından inşa edilmiş. Bernini, bu çeşmeyi öyle zarif öyle çekici bir şekilde yapmış ki meydan adeta bu çeşme ile bambaşka bir güzelliğe bürünmüş. Novana Meydanı’nda aynı zamanda bir de pazar bulunuyor. Pazarı da şöyle bir gezip meydanın cıvarındaki binalara dikkat kesiliyoruz. Meydanda elbette her meydanın olmazsa olmazı olan bir de kilisesi var, “La chiesa di Sant’Angelo”.
İtalya’nın Meydanları
İtalya’nın en çok neyini seviyorsun diye soracak olurlarsa ilk onluk bir listem var. Listenin birinci sırasında elbette tarih ve bu zamana kadar korunan tarihi eserler; ikinci sırada ise elbette birbirinden güzel ve geniş meydanlar geliyor. Venedik’in en güzel meydanlarından biri olan Santi Giovanni ve Paolo’da oturuyorum. Sabahları ilk iş salonumun pencerelerini sonuna kadar açmak oluyor. Bir anda salonum birbirinden çeşitli seslerle doluyor. Kuş sesleri meydandaki kocaman ağacın yapraklarının hışırtısına yaprakların hışırtısı tam da ağacın altında her sabah akadeon çalan Romenyalı müzisyenin ezgilerine karışıyor. Dükkanlar açılıp kapanıyor. Derken turistler ellerinde haritalarla sakin sakin bakına bakına geçip gidiyorlar. Dünyanın bütün dillerine de ev sahipliği yapmış oluyorum böylece. Derken meydanın en güzel renkleri çocuklar top oynamaya başlıyorlar. Venedikliler köpeklerini meydana getiriyorlar. Yakınlardaki liseden çıkan gençler meydanda toplanıyorlar. Meydanlar sosyalleşmek ve daha çok insan tanımak ve yalnız kalmaktan muzdarip olanlara kucak açıyor ya da onlara yukarıdan penceresinin kenarından elinde bir bardak kırmızı şarapla onları seyredalan bana ev sahipliği yapıyor.
Piazza di Spagna ve Trinità dei Monti
Piazza Novana’dan çıkıyoruz. Şimdiki durağımız meşhur İspanyol merdivenleri. Meydana doğru yürüyüşe geçiyoruz. Kaya oldukça yorgun ama öğlen saati trafik çok feci durumda ve biliyoruz ki bir araca binmek bizi çok daha fazla yoracak. O nedenle sakin sakin yürüyor bir yandan da etrafımızı seyre devam ediyoruz. Yorgunluktan bitik halde olan bacakalarımızı ise herkes gibi yapıp meydanın o meşhur merdivenlerine oturarak dinlendirmeyi planlıyoruz.
Meydan adını bölgede bulunan İspanyol Büyükelçiliği binasından alıyor. Merdivenler Trinita dei Monti Kilisesi’nin hemen önünden aşağı doğru uzanıyor. Her zamanki tablo burada da bizi buluyor. Etraf oldukça kalabalık ve Roma sıcağının yorgunu turistler kendilerini merdivenlere atmışlar. Biz de onlar gibi yapıyor ve kalabalığa karışıyoruz. Şimdi gerçekten yorgunluğumuzu daha da fazla hissediyoruz. Biraz dinlendikten sonra yavaş yavaş dikkatimizi çevremize vermeye başlıyoruz. Turistler merdivenlere oturmuş birbirinden değişik hallere girip fotoğraf çektiriyorlar. Hadi Kaya diyorum kalk fotoğraflarımı çekmeye başla. Kaya yorgun argın ve söylenerek fotoğraf makinesini eline alıyor. Bense birbirinden şımarık pozlarımı verip onu çileden çıkartıyorum. Merdivenler boylu boyunca pembe çiçeklerle süslenmiş. Göz alabildiğinde renkli ve parlak çiçekler adeta meydanı boyamış ve aşağıdan yukarıya doğru baktığınızda içinizi açan bir görüntü sizi teslim almış hissine kapılıyorsunuz. Merdivenlerin inşa yılı 1725 ve mimarı da Francesco de Sanctis. Kiliseden inip de aşağı doğru baktığınızda kelebek biçimli bu ilginç meydan nasıl bir zamanlar birbirinden ünlü sanatçılara ilham vermiş daha iyi anlıyorsunuz.
Muhtemelen İtalya’nın en ünlü ve pahalı markalarının olduğu dükkanlar işte bu meydanda bulunuyor. Vitrinler göz alabildiğince uzanıyor ve turist kalabalığını kendine çekmek için yarışa girmiş gibi sıralanıyor. Biraz dinlendikten sonra meydanın dar sokaklarına dalıyoruz ve biraz keşfimize devam ediyoruz.
Akşam yemeği saati yaklaşıyor ama Roma merkezde bir türlü istediğimiz türde bir restoran bulamıyoruz. Anladım ki biz Kaya ile bu konuda çok şanslı değiliz. Bir de tabi bir bilene danışmadan yola çıkınca bilmeden aklımızdan geçen şeyleri bulmakta sıkıntı yaşıyoruz. Öte yandan yemekten sonra bir de eve doğru yürüyüp iyice yorulmak yerine bir taksiye binip Prof. Bono’nun evinin oradaki turistik olmayan bir mekana gitmeyi tercih ediyoruz.
Roma’da Taksiye bindik
Hep derlerki Roma’da ne yaparsanız yapın ama asla taksiye binmeyin. Bu gerçeğin farkında olmakla birlikte artık bir adım daha atacak halimiz kalmadı ve ne olacaksa olsun deyip ilk geçen taksiyi durduruyoruz. Taksicimiz tam bir Romalı. Nereden geldiniz? Ne yapıyorsunuz? Roma’yı sevdiniz mi? gibi soruları ardı ardına sıralamaya başlamıştı. Artık Kuzey İtalya’da değiliz. Güneye indikçe iklim gibi insanlar da daha sıcak kanlı hale geliyor. Tanışma ve kaynaşma halleri Kuzey’den çok daha kısa sürüyor. Bir müddet sonra da dertler anlatılmaya, hayata dair kaygılar ve büyük şehrin verdiği stres hakkında cümleler kurulmaya başlanıyor. Taksicimiz Andrea Roma’da hatta İtalya’da yaşamaktan bıkmış ve iki hafta sonraya tamamen Roma’yı terketmek üzere kendine bilet almış. Güney Amerika’ya yerleşecekmiş. Orada kendine küçük bir bar almış hatta bir de ev tutmuş. Roma kaos, karmaşa, stres ve trafiğin başkenti, İtalya artık yaşanacak yer değil, ekonomi çöktü, Berlusconi desen ülkeyi batağa sürükledi ve kimse mutlu değil burada. Ben neyseki gidiyorum, ama ülkem adına da çok üzülüyorum diye dert yanan taksiciyle uzun uzadıya bir politika ve ekonomi söyleşisi yaptık. Biz de ona kendi ülkemizde yaşananlardan bahsettik. Bu güzel tanışıklık sonrası Andrea’ya Roma’da taksiye binilmezmiş doğru mu? -diye sordum. Andrea gayet dürüstçe kesinlikle binilmez diye yanıt verdi. Hele seçtiğimiz saatte trafiğin oldukça yoğun olduğunu ve taksicilerin de mümkün olan en uzun yolları tercih ettiklerini söyledi. Neyseki Andrea bizi mümkün olan en kısa yoldan gideceğimiz yere ulaştırdı. Umarım yeni hayatında mutlu olursun sana iyi yolculuklar dedik şoförümüze, o da bize Roma’da iyi eğlenceler diledi.
Akşam yemeğinde
Akşamın yorgunluğunu temiz ve vejeteryan menüsü olan bir restoranda attık. Kocaman bir tabak ve birbirinden iç açıcı sebzeleri harika lezzettli zeytinyağına buladık. Bir de güzel bir makarna tabağı söyledik. Bu yorgunluğun üzerine diyet bir şeylerler yemek elbette Kaya’nın da aklından geçen en son şey bile değildi. Bir de ne dersin birer prosecco içelim mi? -diye sorduk birbirimize. Günün en huzurlu anları işte o yediğimiz yemekte geçirdiğimiz anlardı.
Yemek sonrası Kaya beni eve bırakıp oteline geçti. Prof. Salvatore Bono mutfaktaydı. Birlikte günün bir değerlendirmesini yaptık ve uzun uzun Roma hakkında konuştuk. Ardından konu biraz daha kendi alanımıza doğru kaydı. İki tarihçi olarak hocanın çalışma odasında benim Venedik arşivindeki çalışmalarım ve hocanın son çıkacak kitabı hakkında konuştuk. Hocadan işime yarayacak tavsiyeleri aldıktan sonra izin isteyip odama çekildim. Güzel ama bir o kadar da yorucu bir günü böylece tamamlamış oldum. Güzel bir uykuya dalmadan önce Davide’ye uzun uzun gün içinde ne yaptığımı ve gördüğüm yerleri anlattım. Davide ise gördüğüm yerler hakkında bildiği ilginç şeyleri benimle paylaştı. Uzaklardan gelen sakin ses tonu beni biraz daha uykuya sürükledi bu nedenle birbirimize iyi geceler dileyip telefonu kapattık. Uzun ve yorucu günün gecesi de oldukça uzun ve karmaşık rüyaları peşi sıra getirdi. Rüyamda ablalarımı Roma’da gün boyu yürüdüğüm yollarda gezdiriyor, ama bütün yolları birbirine karıştırıyordum. Haritadan bir türlü gideceğimiz yolu bulamıyor öte yandan şiddetle yağan yağmurdan kaçmaya çalışıyorduk. Sonra saatlerce dolaşıp yoruluyor ve kendimizi benim evimde Venedik’te buluyorduk.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder