(San Francesco del Deserto-2)
Venedik lagününde bir meditasyon Adası, San Francesco del Deserto’nun eşsiz güzellikteki bahçeleri ve kiliseleri, manastırı, yemekhanesi, özel bahçeleri, rahiplerin konuklarını ağırladıkları kısımları, derslikleri ve mutfağı işte hepsi bu ve bundan sadece biraz daha ötesine sahip rahipler.
Adadayız
Adaya varır varmaz ilk iş odalarımıza yerleştik. Minicik kapıları olan tek kişilik odalar, che carina! Ne de şirin!. Rahipler bizden sadece çarşaflarımızı ve havlularımızı yanımızda getirmemizi istemişlerdi. Onun haricinde odada her şey vardı. Oda sıcacıktı; oysa benim aklımdan geçen yüksek duvarlar ve soğuk mekânlar, sonsuz yalnızlık ve büyüklüğün içinde kaybolmak gibi bir imajdı.
Hoş geldin!
Sıcacık ve tertemiz odamı çok sevdim. Komidinin üzerinde “la bibbia sacra” kutsal kitap duruyordu. Bu kitap işte 3 gün boyunca hep elimde olacaktı. Odama yerleştikten sonra katılımcılarla yapılacak olan ilk toplantıya katılmak üzere kitabımı elime alıp aşağıya indim. İlk tanışma anı rahip Felice için de sürpriz oldu. Venedik’ten bir Türk gelmiş bir anda onların dünyalarının içine girmişti. Yüzündeki tebessümü de koruyarak bana hoş geldin dedi. “Kimdim? Neden oradaydım? Venedik’te ne yapıyordum?” kısaca bahsettikten sonra bana bu deneyimi yaşama imkânı verdikleri için teşekkür edip diğerlerinin hikâyelerini dinledim. Tanışma faslından sonra rahip Felice bize Kutsal Kitap'ta üzerinde duracağımız konulara ve dikkat etmemiz gereken mesajlara değindi ve unutulmaz bir 3 gün geçirmemizi diledi.
Meditasyon
Meditasyondan anladığım daha başka bir şeydi. Biraz sakin kalmak, konuşmamak, sessizce düşünmek vs gibi; Oysa şimdi meditasyon için kiliseye gidecektik ve dua edecektik. Öncelikle orada bulunma nedenim onların ritüelleri eşliğinde meditasyon yapmaktı. Bu nedenle ne yaptıklarına dikkat ettim ve mümkün oldukça hepsini bir bir uyguladım. Kilisede 6 tane rahip vardı. Dua saatinde istisnasız herkesin kilisede olması gereğini göz önünde bulundurunca San Francesco del Deserto adasında bu 6 kişiden başka yaşayan olmadığını da anlamış oldum.
Dua etmek
Kilisenin girişinde bulunan kutsal kitaplardan ve ilahi kitaplarından almak gerekiyordu. Yarım saatten fazla bir süre bu iki kitaptan dualar okundu, ilahiler söylendi. Ardından sessiz bir şekilde dua etmemiz istendi. Gözlerimi kapattım ve bulunduğum ortamın büyüsüne kendimi bıraktım. Zihnimizi tamamen Tanrı’nın varlığıyla doldurmak gerekiyordu. Tanrı’yı çok yükseklerde sizden uzakta aramayın, o sizin içinizde, o sizin aranızda, siz ondan bir parçasınız. Bir yanlış yaptığınızda eğer bunun farkına varırsanız ve Tanrı’dan af dilerseniz, O kesinlikle sizi affedecektir. Bundan kati surette emin olabilirsiniz. Gözler kapalı kendimle baş başa kaldığım anlarda zihnimde daha çok sevdiğim insanların çehreleri vardı. Onlarla birlikteydim ve kocaman bir bahçe içindeydim. Zaman zaman bu resmin içinden çıkıyor ve sevdiklerimi uzaktan izliyordum. Bedenimi bir sıcaklık kaplıyor ve kendimi güvende hissediyordum. Tanrı aslında var ve bütün dinler onun varlığını kabul eder. Onun sıcaklığını hissetmek için sadece Ona inanmak, Onun varlığını kabul etmek yeterlidir. O nedenle Onun evlerinden birinde olmak güvende hissetmemi sağladı. Biliyorum ki Budistlerin tapınaklarına da girsem, dervişlerle aşkın dansına da dursam hissedeceğim şey bundan daha farklı bir şey olmayacaktı.
Sessizlik
Sessiz kalmanın sonuçlarını düşündüm bir yandan da. Bedenimin sesini dinliyordum. Kalp atışlarımı hissediyordum. Bedenimdeki bütün noktalara zihnimde dokunuyordum. Kendime tamamen değdiğim zaman gözlerimi açıyor bu seferde gözümün alabildiği her noktaya gözlerimle değiyordum. Stres, sıkıntı, üzüntü, kaygı ne varsa benden o an bir deniz seviyesi kadar uzak bir mesafede bulunuyordu. Aklımdan hiç kötü bir şey geçmiyordu. İşte diyordum ilk yapılması gerekenleri belki de yaptım. Zihnim yeterince hazır, kendimle randevum var.
Kendime yolculuk
Belki de kendime doğru o çıkmak istediğim yolculuğum başlamıştı. İşte meditasyon tam anlamıyla buydu. Zihni boşaltmak, kaygılardan uzaklaşıp tamamen bambaşka bir dünyanın içine zihinsel yolculuğa çıkmak ve orada kendinle buluşmaktı. Sanırım günlük hayatın stresinden uzaklaşmak ve bedene biraz olsun nefes aldırmak için bu meditasyonu daha sık tekrarlamak gerekiyor. Belki bununla ilgili başka yöntemler de deneyebilirim. Bir dahaki sefere meditasyon için yoga da seçeneklerim arasında olabilir.
Yemekte
Dualar bitince hep birlikte yemek salonuna geçtik. Öncelikle hep birlikte yemek duası okundu. Rahiplerle ilk defa konuşma imkânını da burada bulmuş olduk. Yemek menüsü çok sağlıklı ve oldukça zengindi. Sebzelerini kendi bahçelerinde yetiştirdiklerini öğrenmek de beni daha mutlu etti. Anlaşılan bugün bedenime iyi muamele etmeye yemekte de devam edecektim. Masalarda su, kırmızı şarap, tuz vs hazır bulunuyor. Onun haricinde girişten servis, tabak, bardak almak gerekiyor. Ardından tabağınızı elinize alıp enfes yemeklerin bulunduğunu yere gidiyorsunuz. Bu enfes yemekleri kim yapıyor diye sordum. Burano adasından bir bayan pazartesi hariç her gün gelip yemeklerini yapıyormuş. Bazen de adayı ziyarete gelenler yanlarında yiyecek bir şeyler getiriyorlarmış. Aşçı bayanın adı Diana ve öğlen yemeklerini rahiplerle birlikte adada yiyormuş.
Rahipler
Rahipler oldukça esprili ve güler yüzlüydü. Asık suratlı ve az konuşan tiplerle karşılaşacağımı düşünüyordum belki de. Bunun üzerinde biraz düşünmem gerekiyordu belki de. Soğuk ve kocaman kilise, asık suratlı rahip zihnime şimdiye kadar okuduğum kitaplardan, izlediğim filmlerden gelip yerleşmişlerdi muhakkak. Bütün dinler birbirine benzer, onları esasında birbirinden ayıran belki de sıkı sıkıya bağlı oldukları ritüelleridir. Rahiplerle kırmızı şarap içmek oldukça normal bir şey olarak görülüyor; bunu elbette bir imamdan bekleyemezsiniz. Doğru ya da yanlış hangisi diye de bakmak anlamsız. Sadece bulunduğum ortamın gereği gibi davranmayı seçiyorum ve onların ritüellerini gerçekleştiriyorum.
İçinizden Türk olan hanginiz?
Yemek boyunca bir yandan da konuşuyoruz. “İçinizde Türk olan hanginiz?” diye soruyor biri. “Benim diyorum”, sessizce. Daha önce Türkiye’ye defalarca gittiğini söylüyor bana rahip ve Türkiye’deki bütün tarihi eser kiliselerin yerlerini saymaya başlıyor. Kapadokya ve Pamukkale’nin ne harika yerler olduğunu, Anadolu’nun başlı başına bir dua harikası olduğunu söylüyor. Sonra diğerleri de sohbete katılıyorlar. İçlerinden hemen hepsinin farklı zamanlarda Türkiye’de bulunduğunu öğrenmek beni mutlu ediyor. Peki, diyorum: “Siz daha önce hiç bir Türk ağırladınız mı? “Hayır” diyorlar. “Sanırım bizim için de bir ilki gerçekleştirdin” diye de ekliyorlar.
Farklı olanı, bünyemin alışık olmadığını algılarım hemen seçiyor. Sofranın ortasına kurulan herkesten daha büyük ve önemli olan elleri öpülmesi gereken biri göremiyorum. Muhtemelen en yaşlı olan rahip ile en genci yan yana oturuyor.
Rahipler çalışıyor biz oturuyoruz. İsa havarilerinin ayaklarını yıkamıştı!
Yemekten sonra o yaşlı rahip gelip kirli tabakları topladı. Rahiplerden biri masadaki su ve şarapları topladı. Bir diğerinin görevi sadece çatal, bıçak, kaşıkları almaktı. Bir diğeri kalan yemekleri mutfağa taşımakla görevliydi anlaşılan. Sona kalanlar ise masaları temizlemeye başlamışlardı. Bu mütevazı duruşu daha önce de fark etmiştim. Bu duruşun temelinde Hz. İsa’nın havarilerinin ayaklarını yıkaması olduğunu anlatmıştı bir tanıdığım. “İsa havarilerinin ayaklarını yıkarken küçülmedi, aslında hepsinin gözünde büyüdü” demişti. “Ben size hizmet etmek için buradayım ve ben sizin yardımcınızım.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder