Bazen
elime fotoğraf makinemi alıp kendimi Venedik’in daracık
sokaklarına atıyorum. Böylece her seferinde farklı bir hayata
değiyorum. Onlara bazen uzaktan bir bakış atıyor, bazen de daha
fazlasını istiyor ve o anlardan tatlı birer anı çalıyorum.
Bazen öyle hayatlara çarpıyorum ki duraklayıp birkaç fotoğraf
çekmek bile bana yetiyor. Geçenlerde işte tam da böyle bir
karşılaşma anı yaşadım. Evden çıkmış ve biraz yürüyüp
sonrasında tekrar dönüp saatler boyunca kendimi çalışmak üzere
ev kapatmak istiyordum.
Birgün
gene böyle yürürken Accademia Köprüsü’nün hemen kenarında
siyah-beyaz bir Rialto Köprüsü panaroması yapan ressama gözlerime
takılıyor. Venedik’in iki önemli ve en eski büyük köprüsünü
üstelik mekânında değil de başta bir büyük köprünün
bitişiğinde tamamen ezberden resmediyordu ressamımız. Elinin
çabukluğu, bana önce anlamsız gelen darbeleri birer anlamlı
figür çevirmedeki ustalığı ve sakinliğinden çok etkilenmiştim.
Elimde makine tam da turist havamda bu minik darbelerle şekil bulan
siyah-beyaz tablonun fotoğraflarını çekmeye başladım.
“No,
sono turca. Hayır, türküm.” dedim ve ressamımız gülümsemeye
başladı.
Adı
Marco Ferracin'miş ressamımızın. “Veneziano veneziao”
“Venedikli Venedikli” kendisi, Adalıların adalı olduklarını
vurgulama biçimi bu. “Veneziano Veneziano” dedikleri an
anlıyorsunuz ki aileden Venedikli ve Venedik adasında yaşıyor.
“Cosa
fai qua, a Venezia?” “Ne yapıyorsun Venedik'te?”
“Sono
storica.” “Tarihçiyim.”
Bir
tarihçi ile tanıştım demek diye söze başladı ressamımız.
Sonra da uzun uzun konuşmaya başladı. O an tam da aradığım
buydu. Birinin hayatına dokunmuştum ve o kendini açmaya
başlamıştı. Bana öylesine doğru gelen tespitlerde öyle güzel
bir İtalyanca ile konuşuyordu ki arada sözünü kesmek ya da
üzerine bir şey eklemek yerine uzun uzun onu dinlemeyi tercih
ettim.
TARİHSEL
GERÇEKLİK NEDİR?
Ressam
Ferracin’e göre tarihten bize kalanların gerçekliğini asla tam
olarak bilemeyiz. Ne doğru ne yanlış ve tabi kime göre yanlış?
Bu nedenle tarihle değil antropoloji ve psikoloji ile uğraşmış
senelerce, insanı ve yapabileceklerini bilmek için. Ancak bu sayede
insan elinden çıkan tarihsel bilginin gerçekliğini sınama
şansınız var dedi. Balzac oku! Volter oku! Böylece insanın
derinliklerine in dedi. Ferracin önüne konulanı olduğu gibi kabul
etmeyenlerdi.Sana hep yaşadığın hayatı sorgulatanlar vardır
hani. Hangi gerçeklik, kime göre ve kim onun gerçek olduğunu
söylüyor?
Bugün
tarih diye önümüze konulan şey gerçekten tarih mi? Mussolini’nin
mezarı nerede bilen yok dedi. Hangi kitabı eline alsan sana başka
bir adres verir dedi. Hitler’in milyonlarca insanı öldürtmesini
bir savaş ile izah edebilir misin dedi? ve ekledi: Oysa öldürülen
o milyonlarca insan Hitler ile savaş halinde değildi. Bunu tarihçi
hangi gerçeklikle izah edecek peki?
Ferracin
ile sohbet iki saatten fazla sürdü. Bana not defterime unutmadan
yazmam gereken cümleler armağan etti. Eğer hırsların, egoların,
kıskançlıkların seni esir almışsa, benden hiçbir şey
alamazsın ve bana asla bir şey katamazsın. Yalın ve dürüst isen
buradan giderken benden çok şey seninle gider bana da senden bir
gülümseme kalır.
Ferracin’in
aklımda en çok yer edinen cümlesi ise şuydu: Tarihi sevmek tarihi
okumak beni ne zengin etti ne de fakir. Tamamen beklentisiz oldum
tarihe karşı; ama o beni ben yaptı. Daha hümanist ve daha dürüst
olmamı sağladı. Ne de güzel bir felsefe aslında. Bilhassa mutlu
olmak için.
Türkiye
üzerine de konuştuk bu âlim ressamla. Ürgüp'ü ve Peribacalarını
görmeyi çok istiyormuş. İstanbul’u görmesem de olur; orada
beni merak ettirecek hiçbir şey bırakmadılar, ama peribacalarını
görmem gerek. Orada bulunmam ve o büyülü ortamı resmetmem gerek
dedi. Sohbetin sonunda bu Venedikli eşsiz insana teşekkür ettim ve
yanından ayrıldım. O ise konuşup da ara vermediği resmini
bitirmiş bir yenisine geçmişti bile. Umarım ressamımız birgün
gerçekten de peribacalarını görmek için yola çıkar ve biraz da
ülkemin güzelliklerini maharetli elleriyle resmeder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder