(San Francesco del Deserto-5)
Venedik lagünü içinde bir noktada Tanrı'ya ait bir yerdeyim. Onun evindeyim. Anlamı ve derinliği olan, tarihi kapladığı alandan çok daha büyük bir adadayım. Temiz ve nezih bir ortamdayım. Buranın mavisi ve yeşili, sessizlik ile birleşmiş. Rahibin sözleri geliyor aklıma: "Tanrıyı aramak için uzaklara gitmeye ihtiyacın yok. O senin içinde, sen ondan bir parçasın." Rüya gibi bir yer burası.
Sadelik
Kiliselerinin neden bu kadar sade olduklarını soruyorum rahip Roberto'ya. Bu geleneğin eskiden beri var olduğunu söylüyor. Aziz Francesco'nun yolundan gidenler onun yaşam tarzını da benimseyenler olmuş belli ki. Fakat bir dönem bu kiliseler de çok şatafatlıymış ve uzun süre de öyle kalmışlar. Napolyon Venedik'i işgal ettiğinde Fransızlar bu adaya da el koymuşlar ve rahiplerin dediğine göre kilise epeyce hırpalanmış. Ancak sonra yeniden restorasyondan geçmiş. 70'li yıllarda ise buranın tıpkı yüzyıllar önceki hali neyse öyle olmasına karar vermişler. Kilise şatafattan, süsten arındırılmış.
Manastırın duvarları sade krem beyaz renginde ve çok az tablo asılmış, haçları ise hep tahta işleme seçilmiş. Sadelik eşyalarda da oldukça hâkim. Neredeyse tüm mekânı bütünleyen tek materyal tahta olmuş. Bu sadelik ortamı ayrıca hoş kılıyor ve bence meditasyonu da bu sade ortam daha imkânlı kılıyor. Meditasyona yardımcı olan başka bir şey ise ortamı yabancılamamakmış. İbadet anında ne gerekiyorsa bir görev gibi yaptım. Burada olmayı ben seçtim. Beni aralarına kabul ettikleri için onlara saygı duyuyorum.
Adayı sevdim
Adayı çok sevdim. Ada bana güzel bir dinginlik verdi. Burayı unutmak istemiyorum. Fotoğraflar çekiyorum bol bol. Ayrıntıları yakalamak istiyorum. İlerisi için birer anı kalsın istiyorum bana. Bir yandan da düşünüyorum. Bu yaşıma kadar olan sürecimde dine ne kadar yakınlaşabildim bunun sorgulamasını yapıyorum.
Bahçelerinde sebze yetiştiriyorlar
Rahiplerin sebze yetiştirdikleri özel bahçelerini de gezdim. Tavukları, kedileri ve köpeklerini gördüm. Yemeklerde kullandıkları sebzelerin bahçede benzerlerini görünce gülümsedim. Kurak mevsimlerde sebzelerin nasıl yandığını anlattılar. Oldukça ilginç bir durum aslında; Toprağın yarım metreden fazlası tatlı ve verimli kısmı ve sebzeler bu kısımda yetiştiriliyor. Daha alt katmanlarda ise tuzlu kısım var. Yağmur yağmadığı zamanlarda bitkiler kökleri vasıtasıyla yer altından tuzlu su çekiyorlar. Tatlı su ile tuzlu su normal bir düzende bitkinin sağlıklı ve lezzetli olmasını sağlıyor; ama tatlı sudan mahrum kalan bitki tuzlu suyu çok fazla çektiğinde yanıyor. Rahipler de haliyle bu ziyan olan mahsulleri için üzülüyorlar. Bu adanın çok yakınındaki Sant'Erasmo adasında da aynı sorunun dönem dönem yaşandığını duymuştum.
San Francesco del Deserto adasında yaşam
Günlük rutin içinde oldukça önemli bir yer kaplayan dini ritüeller elbette belirli bir hayat ritmi belirliyor. Sonsuz sükûnetin merkezinde gibi hissediyorsunuz kendinizi. Kendine güven duymak, başkasına güven duymak oldukça normal ve olağan bir durum. Kaldığımız odaların kilitleri yok. Ancak ben orada olduğum müddet boyunca kimse odama girmedi. Eşyalarımı odama bırakırken aklımdan hiçbir şey geçmedi. Kendimi tamamen güvende hissettiğim bir yerde bulunmak bana çok iyi geldi. Yıllar önce Drama kursuna giderken bir oyun öğrenmiştim "güvenoyunu". Çevrenizdekiler bir çember oluşturuyor ve siz çemberin ortasındasınız. Gözleriniz kapalı bir şekilde kendinizi bırakıyorsunuz. Etrafınızdaki insanlar sizin onlara güven duymanız karşılığında sizi kuvvetlice tutuyorlar. Düşmeyeceğinizi bilmek ve kendinizi kayıtsızca sizi tutacak ellere bırakmanız gerekiyor. Bu öyle düşünüldüğü kadar kolay görünen bir etkinlik değil aslında.
Burada misafirsiniz
Adada rahiplerin misafirisiniz. Burası bir otel değil. Geceliği karşılığında belli bir ücret ödemiyorsunuz. Bağış yapmak isterseniz bir posta kutusu var. Oraya ne kadar isterseniz bırakıyorsunuz. Bu noktada kimse sizinle değil. Karar tamamen size ait oluyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder