26 Şubat 2016 Cuma

Göğüs Çeşmesinden 500 yıldır su içilen şehir Treviso



Güne başlarken
Venedik'te, Santi Giovanni Meydanı'nda, evimde bir fincan kahve ve minik tatlılarımla beraber güne başladım. İlk iş biraz günlük haberleri okumak tabi ki. Sabah uyanır uyanmaz gazeteleri okumak isterim. Hem Türkiye'de hem İtalya'da neler oluyor erken saatlerde öğrenmek ve ardından güne karışmak hoşuma gidiyor.

Kötü haberler
Türkiye'den aldığım haberlerle altüst oluyorum sürekli. Son zamanlarda üçüncü sayfa haberlerinin ne kadar çok gündemi işgal ettiğine şaşırıp kalıyorum. Nişanlısı tarafından aile baskısıyla tecavüze uğramaktan son anda kaçıp kurtulan kıza kahroluyorum. Birkaç gün bunun üzerimde yarattığı sinir, stres ve kızgınlıkla her şeye ve herkese bağırıp çağırasım ve isyan edesim geliyor. Sonra üzerinden biraz zaman geçiyor, bu sefer adamın biri çıkıyor ve pervasızca kadınların düğünlerde oynamasına takıyor, üstelik öyle çirkin bir üslup kullanıyor ki şaşırıp sinirlenmek kâfi gelmiyor. İçimdeki şiddet eğilimleri ortaya çıkıyor ve o deyyus kelimesinin hesabını medeni olmayan yöntemlerle görmek istiyorum.

Bu sinirlilik hali beni taşıyamıyor. Her gün ülkemden böyle aptalca böyle kahredici günden konuları okumak canımı fena halde sıkıyor. Çok kızgınım size diye bağırasım geliyor evet çok kızgınım size.

Kendini olumsuz enerjiyle mutsuz etmek yerine, hadi sokağa çık Serap!

Kilise'nin önüne öpüşen bir çift gördüm!
Venedik sokakları yürüyüşe çağırıyor beni, yürümek ve biraz kendime gelmek istiyorum. Santi Giovanni'den Santa Maria dei Miracoli Kilisesi'nin önünden geçiyorum. Bir manzara ile sarsılıyorum adeta. Kilisenin hemen kapısının önünde birbirine deli gibi tutkun bir genç çift tatlı tatlı bakışıyor ve ardından öpüşüyorlar. Kiliseden yeni çıkmışlar. O sırada içeri girmekte olan peder çiftin yanından geçiyor ve başıyla selamlıyor çifti yüzünde oldukça sempatik bir gülümseme hâkim. Çiftin ardından kiliseden çıkanlara dikkat kesiliyorum ve aldırmaz bakışlarla karşılaşıyorum. Kimse bu sahneden rahatsızlık duymuyor. Ben de bu manzarayı uzaktan izliyor ve hepsine birden sempatik bakışlar gönderiyorum.

Aynı şey Türkiye'de bir cami önünde olsaydı?
Bir anda aklıma Türkiye'de bir cami önünde bu çiftin öpüşme ihtimalleri geliyor. Cami imamı öpüşen çiftin yanından geçerken ne der ne yapar ya da camiden çıkanların bu çifte tepkisi ne olur merak ediyorum. Sonra bunu düşünmek istemediğim fark ediyorum. Bu güzel manzaraya kahredici gerçekleri bulaştırmadan yoluma devam ediyorum.

Treviso yolunda
İstikamet tren istasyonu, bugün Davide beni Treviso'ya götürecek. Treviso'da keyifli bir şehir turu ve ardından Monte Grappa dağlarına çıkıp beni bunaltan sıcaktan bir nebze de olsa uzaklaşacağım.

Güzel şehir deyince
Treviso gerçekten harika bir şehir. Öyle medeni ki sokakları hem tarih hem doğa iç içe tıpkı diğer kuzey şehirlerinde olduğu gibi. Yol boyu uzanan harika evleri ve tarihi eserleri beni büyülüyor, bisiklet yollarının genişliği karşısında hayrete düşüyorum. Bisiklet yollarının olmadığı şehirlerde bana medeniyetten bahsetmesinler diye tepki göstermek istiyorum; ama yanımda Davide var ve neden yolun genişliğinin beni bu kadar şaşırttığını anlayamıyor. Roma döneminden kalma mozaikler ve her yüzyıla ait eserler görüyorum. Neden diye soruyorum Davide'ye, neden İtalya bu derece geçmişine sahip çıkmasını bildi? Sonra da ekliyorum bizim bir Haydarpaşa Tren Garımız var üstelik siz İtalyanlar için eski bile denmez; ama onu bile yakıp yıkmak istiyoruz biz. "Siz neden ve nasıl koruyorsunuz?" diye soruyorum.

Yıkıp yeniden yapmak mı? Restore etmek mi?
Zor bir iş ama her elli yılda bir tamirat yaparsan dayanıyorlar diyor. Ben de ona şunu söylüyorum: Biz Türkiye'de her elli yılda bir ne varsa yıkıp yeniden yapıyoruz.


Şehrin ortasına göğüs çeşmesi var. Hiç olacak iş mi?
Sana bir çeşme göstereceğim diyor Davide, 500 yıllık bir geçmişi var bu çeşmenin diyor. Biri orijinal iki tane çeşme gösteriyor bana Davide. Tam da şehrin ortasında orada 500 yıldır duruyor o çeşmeler öyle mi diyorum? Kimse sanatın içine tükürmüyor mu merak ediyorum. Hayır kimsenin sanatla alıp veremediği yok belli ki. "Göğüs Çeşmesi"nden kana kana su içmek ve 500 yıldır oradan su içenlere o çeşmenin nasıl bir hoşgörü bahşettiğini merak ediyorum.



Verona'da da Jülyet'in göğsü açıktaydı
Başka bir gün soluğu Verona'da alıyorum. Shakespeare'in ünlü eserine atfedilen Jülyet'in evinden geçiyorum. Bahçesinde tek göğsü açık Jülyet heykeli bana bakıyor. Evi ziyarete gelenler Jülyet'in açıkta kalan bu göğsüne dokunuyorlar. Aslında oldukça klasik bir neden için, şans getirmesi için Jülyet bereketin de sembollerinden bir olan göğsünü cesurca açıyor.


Ankara'ya da bir göğüs çeşmesi istiyorum!
Böyle sayısız güzel günü noktalayıp güzel de bir uykuya dalıyorum ve her yeni güne ülkemden güzel haberler almak için uyanıyorum. Bunun için belki de çok yanlış bir zamanda doğdum, belki de ben de bir şeyleri değiştirmek için çabalamalıyım. Elimden ne gelir bilmiyorum; ama kızgınlığımı beni kızdıranları göğüs çeşmesinden bir anı ile tahrik ederek hafifletmek istiyorum. Ankara'nın göbeğine ben de bir göğüs çeşmesi istiyorum. Onu oraya dikmek ve başkentin çehresini kirleten bütün zevksiz yapıları oraya buraya serpiştirenleri kıskançlıktan afallatmak istiyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İtalya'da Yaşamak

Yurtdışı deneyimleri İtalya’nın birçok şehrinde sıklıkla misafirlerimi gezdiriyorum. Büyük bir hevesle geliyorlar ve İtalya’da bulunma...