Hafta
sonu geldi çattı ve ben yine yola çıkmak üzere
hazırlandım. Bir başka tren
yolculuğu sonrası soluğu, artık benim için vazgeçilmez yer
olan, Kuzey İtalya Alpleri’nde aldım. Vicenza,
Treviso, Bassano del Grappa, Asolo, San Zenone degli Ezzelini,
Marostica, Cittadella, Castelfranco Veneto, Monte Grappa’nın
etekleri ve Veneto bölgesinin Venedik’ten turisti az gören her
bir köşesi…
Sevgili
rehberim Davide’nin programına uyacağım yine. Geçenlerde
bir akşamüstü gittiğimizde kapalı bulduğumuz Antonio Canova’nın
evi bu sefer ilk durak noktası olacak. Canovo, İtalyanların gurur
duydukları eşsiz yetenekli bir sanatçı, ressam ve heykeltıraş.
Canova’nın evi ve atölyesi, Alplerin hemen eteğinde Asolo’da,
Possagno köyünde bulunuyor.
Possagno
tıpkı bir masal şehri gibi karşınızda olduğunda kendinize:
“kaf dağının ardında ki o yer galiba burasıydı” diyorsunuz.
Yeşil burada toprağın tek örtüsü, evleri sanki doğa içinde
bir oraya bir buraya serpiştirilmiş gibi seyrek, en fazla iki-üç
katlı ve klasik Veneto mimarisinin pastel renklerine bürünmüş ve
sadeliğinde. Buradan dünyaca ünlü bir sanatçı çıkmış.
Canova'nın hem çocukluğunun geçtiği hem de ünlü bir sanatçı
olduktan sonra da hayatına devam ettiği yer…
Canova'nın
Possagno'daki evi oldukça güzel ve
şimdilerde Canova’nın eserlerinin sergilendiği bir müzeye
dönüştürülmüş durumda. İtiraf etmek gerekirse 18. yüzyılın
bu büyük üstadının hep adını duymakla birlikte eserlerinden ve
sanatçının bulunduğu yerden çok da haberdar değildim. Davide
ilk defa beni Canova ile ciddi anlamda
tanıştırdı ve onun dünyasında biraz soluk almamı sağladı.
Canova’yı, eserlerini, sanatçının yaşadığı dönemi bana
bir bir anlattı. Her bir eserin önünde uzunca kalmamı ve
incelememi istedi. Müzeyi rehber eşliğinde gezen kalabalığın
arasına katmadı beni. Sessizlik içinde kulağımda sadece onun
Canova’yı anlatan cümleleri kaldı.
1
Kasım 1757’de Alplerin eteklerinde doğan Canova dededen miras
kalan yeteneğini sıkı bir çalışma disiplini ile birleştirmiş,
kendini çok iyi yetiştirmiş bir sanatçı. Canova’nın nü resim
ve heykelde olağanüstü başarılı olduğunu söyledi bana Davide.
Büyük bir disiplinin olağanüstü yetenek ile birleştiğini
sanatçının eserlerine bakınca bunu hemen anlıyorsunuz. Koltuğun
üzerine uzanmış kız figürünü nasıl bir rahatlık ile
yansıttığı ve heykele baktıkça o rahatlığın size yansıdığını
hayal edin. Billur gibi bir güzellik ve o güzellik o güzelliğin
rahatlığı sizin ruh halinizi nasıl etkilediğini her hangi bir
Canova eserinin karşısına geçmeden hayal edemezsiniz. Üstelik
benim gördüklerimin çoğu sanatçının prova eserleriydi.
Bu
eserlerin mermerden yapılmış son hallerinin dünyanın birçok
müzesinde sergilendiğini de eserleri incelerken öğrenmiş oldum.
Napolyon ailesi ve Giorgio Washington’ı da Canova’nın eserleri
arasında bulmak dönemin politik havasını daha net algılamanıza
neden oluyor. Mitolojik ve dini öyküler sizi başka diyarlara
götürüyor. Dans ve kadının bir arada uyumunu sergilediği
çalışmaları ise gerçekten büyülüyor. Antonio Canova’yı ve
eserlerini hala keşfetmediyseniz bu yazıyı okuduktan sonra bir göz
atın.
Possagno’da
oldukça gösterişli bir ev Canova’nın evi; ama Davide’nin
dediğine göre bu ev bir soylu evi değilmiş. Birkaç önemli
ayrıntı da evin bir soyluya ait olmadığını gösteriyormuş.
Doğuştan soylu olmasa da yeteneği ile soylular arasında sonradan
seçkin bir yer bulmuş Canova. Venedik ve Roma’da çalışmalarını
sürdürmüş ve oldukça fazla eser vermiş. Evinin konumu gerçekten
eşsiz, kocaman ve büyülü bir bahçe ve göz alabildiğince uzanan
dağlar, ovalar arasında sürülen bir yaşam ve bu yaşam içinde
ortaya çıkan yoğun üretkenlik. Anlaşılan o ki Canova’nın
sahip olduğu olanaklar da kariyerinde iyi bir yere gelmesinde ona
çok yardımcı olmuş.
Canova’nın müzeye dönüştürülen evinde dönemin yaşantısından da oldukça fazla izler bulunuyor. Mutfağında o dönem kullanılan ocaklar ve bakırdan büyük tencereler bulmak oldukça ilginçti ve daha da ötesi Canova’ya ait giysiler ve sanatçının özel eşyalarını yakından inceleme imkânı bulmak çok güzeldi.
Her
bir odada başka ve önemli bir Canova eseri ve her eser ayrı bir
özgünlük taşıyor. Ancak hepsinde aynı imzayı görüyorsunuz.
Sanki hiç zor değilmiş, sanki bir Tanrı’ymış da onlara can
vermiş. Her bir eserini büyük bir özenle yaratmış Canova.
Hepsini ayrı ayrı sevmiş. Müzik eşliğinde dans eden kızı
seyre daldık Davide ile. İşte dedi, işte ben bu müzik ile
birleşen bu zarif dünyayı çok seviyorum. Onun o çok sevdiği
dünyasında ben de kendimi müziğin ezgilerine bıraktım ve
bir-iki-üç adımlar atarak dans etmeye başladım. Canova’nın ve
Davide’nin dünyasında birinin yarattığı atmosfer ve diğerinin
de onu bana anlatım tarzı ile büyülendim.
Evde
beni en çok etkileyen kısım çatı katındaki büyük atölye
oldu. Bir heykeltıraşın dünyasına tam olarak girmek, kırık
mermerlere dokunmak ve taşın büyük ustasının çalışma
aletlerini, ölçü kalıplarını görmek… Kısacası Canova’nın
dünyasına bir günlüğüne uzanıp aslında ondan birçok şey
almak ve o mutlulukla oradan ayrılmak… Müzeden ayrılmadan önce
yine kitap satış bölümüne uğradık. Davide her müze gezisinin
ardından bir hatıra ile dönmemi istiyor ve bu sefer bana
Canova’nın o en çok beğendiğim tablosunun bir örneğini hediye
ediyor. O resmi kendi duvarımda görmek ve her seferinde bu güzel
günü hatırlamak istiyorum.
Müze
gezisinin ardından günü noktalamak için yine Possagna’da
bulunan bir tapınak kiliseye gittik. Asolo’nun şüphesiz en eşsiz
yapıtı ve elbette bir Antonio Canova şaheseri:
Tempio
Canoviano
inşası
ise Giannantonio Selva ve Luigi Rossini adlı mimarlar tarafından
yapılmış. Asolo eteklerinde ormanlık bir arazi üzerine inşa
edilen tapınak 35,763 metre yüksekliğe sahiptir. Canova
bu tempio'yu yapmadan önce uzun süre tıpkı bir mimar gibi Roma'da
Pantheon'u incelemiş. O dönemde Pantheon'un bir benzerinin inşa
edilemeyeceği fikrine inat köyüne döndükten sonra bu tempio'nun
bir benzerini tasarlamayı başarmış. Canova'nın tempio'suna
oldukça dar ve basık bir kapıdan girdik. Davide bunun bir
Hıristiyanlık geleneği olduğunu söyledi bana. Kiliseye girerken
sen Tanrı'ya sadece sen olarak gidebilirsin. Bütün kibrinden,
zenginliğinden arınman gerekir. Tanrı'ya senin verebileceğin bir
şey yoktur, inancından başka; Oysa dışarı çıkarken Tanrı'nın
sana verdiği bütün kazanımlarla birlikte dopdolu bir şekilde
orta kapıdan ferah ferah çıkıyorsun.
Canova'nın
tempio'su beni kendine hayran bıraktı bütün o renkleriyle. On iki
havarinin on iki ayrı duvarda resmedilmesi ve hem Canova'nın hem de
Venetolu diğer sanatçıların tuvalinde bambaşka bir ortama
kavuşmuş kilise. En önemli ayrıntı ise elbette Canova'nın
mezarının da bu kilisenin içerisinde yer alması. Esasında
Canova Venedik'te vefat etmiş. Ölümüne yakın artık herkesin çok
yakından tanıdığı ve hayran olduğu bir sanatçıymış. O
nedenle de ölümünden sonra dahi bir türlü paylaşılamamış.
Kalbi Venedik'te Campo dei Frari de bulunan Frari Kilisesi'nde
kendisi için hazırlanan anıt mezara konulmuş. Kimbilir belki de
kendisinden sonra glecek sanatçılara ilham vermesi için sağ eli
yine Venedik'in ünlü akademisine armağan edilmiş. Bedeni ise
köyünde kendi tasarımı olan kilisede sonsuz istirahatı için
gönderilmiş. Possagnolular belli ki Canova'yı Canova yapan sağ
elinin bedeninden ayrı kalmasına çok üzülmüşler. Geçenlerde
akademi müzesine gidip de sanatçının sağ elinin nerede olduğunu
sorduğumuzda bize artık orada olmadığını ve elin de Possagno'ya
gönderildiğini söylediler.
Canova'yı
mezarı başında ziyaret edip anısına bir de mum yaktıktan sonra
geniş orta kapıdan çıkıyoruz. Kilisenin ön yüzünde bulunan
yüksek sütunların arasında akşam
vakti biraz dolaşıp oradan şehri
doyasıya izlemenin keyfini yaşıyoruz
ve sonra da sıcak bir çikolata
içip ısınmak
için küçük, şirin bir bara gidiyoruz.
Günün
sonunda yapılacaklar
Güzel
bir günü daha da güzelleştirmek için ne gerekiyorsa yapıp eve
dönmek üzere yollara düşmek ve belki de bir ömür yaşayacağın
topraklara seni bağlayan anılar edinmeni sağlayan adama teşekkür
etmek…
-
Teşekkür ederim.
-
Neden?
-
Bu güzel gün için.
-
Umarım sevmişsindir.
-
Evet, çok sevdim.
-
Çok memnun oldum.
-
Ben daha çok…