5 Aralık 2018 Çarşamba

İtalya'da Yaşamak


Yurtdışı deneyimleri

İtalya’nın birçok şehrinde sıklıkla misafirlerimi gezdiriyorum. Büyük bir hevesle geliyorlar ve İtalya’da bulunma hali kesinlikle onlara çok iyi geliyor. Ancak çoğu zaman eksik bilgi ve ilgi azlığı nedeniyle almaları gerekenden çok azı ile yetinip evlerine geri dönüyorlar. Benim için elbette bu durum hayal kırıklığı ile karışık bir endişe de yaratıyor. Çünkü gezdikleri bölge ile ilgilenmekten çok o bölgede bulunduklarını başkalarına bir an önce sosyal medya hesaplarından göstermek istiyorlar. Dolayısıyla o andan uzaklaşıp çevrelerindeki güzelliklerden de farkında olmadan mahrum kalıyorlar. Ben paylaşmayın demiyorum genellikle tek dediğim şey şu oluyor: Oksijen maskesini önce kendinize takın sonra başkalarına.

Günümüz dünyasının teknolojik sorunlarını bir tarafa bırakırsak eğer, İtalya gerçekten de her noktasıyla gezilmeyi görülmeyi hak eden bir ülke bunu hepimiz biliyoruz. Ben mümkün olduğunca geziyorum, hem işim gereği hem de kendim için. Gezmek görmek güzeldir hem kim sevmez ki öyle değil mi? Üstelik bu sayede deneyimleriniz de artar ve başkalarına anlatacak çok hikayeniz olur.

Misafirlerim beni genellikle bu deneyimlerimi paylaştığımda ilgiyle dinlerler. Ben burada nasıl yaşıyorum? İtalyanlarla anlaşabiliyor muyum? İtalyan bir adamla evli olmak nasıl bir duygu? Bizi seviyorlar mı? Türkiye hakkında ne düşünüyorlar? Bunlar gibi daha nice nice sorular sorduklarından her seferinde tane tane anlatıyorum. O anlarda insanların yüzleri gerçekten de bana dönük oluyor ve gözlerini de kocaman açıyorlar. O an onları ne kadar sevdiğimi bir bilseler eminim çok mutlu olurlar. Tabi birebir göremediğim insanlar da mail ya da mesajlarla meraklarını gidermek istiyorlar. Baktım uzun zamandır çevremdeki insanlara hep benzer şeyleri izah ediyorum. O halde bu platformda yazayım da bir çok kişinin merakları giderilsin öyle değil mi?

Hadi o zaman tatlı tatlı okuyun yazdıklarımı.

Yeme-içme işleri
İnsanın kendi ülkesinin haricinde bir ülkede yaşaması ve bir yandan da iki kültürün ikisine birden uyum sağlamaya çalışması elbette kolay değil, ama buraya geldiğim ilk günden beri kendime şunu söyledim: Serap sokağa çık ve insanlara, iklime, restoranlara, barlara, kafeler bak. İnsanlar ne yer ne içer neyden mutlularsa sen de onu deneyimle; çünkü bu kadar insan yanılıyor olamaz elbette. Böyle diye diye mutfakta gerçekten ustalaştım diyebilirim. Üstelik sadece İtalyan mutfağında da değil Türk mutfağında da kendimi çok geliştirdim. Çünkü öncelikle eşime ve ailesine sonra da sevdiğim yabancı arkadaşlarıma kendi mutfağımızdan yemekler yapmak istedim. Yabancı kültüre uyum sağlama serüvenimde artık epey ilerledim, ancak fark ettim ki çevremdeki insanlar da zamanla bana uyum sağlamışlar. Her öğlen yemeği sonrası bir çifte kavrulmuş lokumla kahve içen eşim, yaprak sarmasına bayılan İtalyan ailem, cacık ve dolma ikilisine bayılan arkadaşlarım oldu benim ve evime her gelen benden hep Türk mutfağından güzel örnekler bekledi. İnsanın kendisini olduğu gibi kabul ettirmesi kesinlikle güzel bir şey. Yalnız bir itirafta bulunayım ben aslında Doğu ile Batı’nın bir nevi harmanı oldum. Elimden çıkan yemekler aslında ne İtalyan ne Türk ama hem İtalyan hem de Türk yemekleridir. Dahası da var. Ben Venedik’te yirmi yedi ayrı milletten insanla farklı zaman dilimlerinde evimi paylaştım ve onlardan da çok şey öğrendim. O nedenle ben dünya vatandaşı oldum mu bilmiyorum, ama ellerimden çıkanlar bilin ki bütün bunların harmanıdır.

Alışkanlıklar
Yabancılarla yaşayınca elbette onların bayramları ve özel günleri sizin için de önemli hale geliyor. Noel’i, Paskalyayı, Karnavalı Ölüler Bayramını vs her şeyi heyecanla karşılıyorsunuz. Gelenek ve göreneklerine saygı gösterdiğiniz de onlar da çok mutlu oluyorlar. Bir de elbette bilmek gerekiyor neyi neden yaptıklarını. Mesela ben hala alışamadım bazı şeylere. Bazen diyorum bu insanlar misafirliğe gelip yarım saat oturup gitmek için ayaklandıklarında kapı eşiğinde bir yarım saat daha neden hep konuşuyorlar. Nereye giderseniz gidin bir İtalyan ailesinin evine davetliyseniz bilin ki o evde bulunduğunuz bölgenin diyalekti konuşulur. Mesela bizim evde İtalyanca değil Veneto dilinin Treviso aksanı ile konuşuluyor. O nedenle bizim eve misafirliğe gelen Türk arkadaşlarım İtalyan ailemi anlamakta çoğu zaman zorlanıyor.

Veneto bölgesi esasında misafirperver olan, ama ilk bakışta kolay kolay dostluk kurmayan insanların yaşadığı bir bölgedir. Sizi tanımak ve sevmek için zaman isterler. Bilin ki sizi evlerine davet ettilerse onlar için bunun bir anlamı vardır. Yemekte size en sevdikleri şeyleri ikram ederler. Normalde ellerinin sıkılığı ile meşhur olsalar da sizi yemeğe davet ettilerse bilin ki o yemek en az üç saat sürecektir ve sekiz çeşit yemek de sizi bekliyor olacaktır. Yemek demişken aman dikkat sofrada tuzluk devrilmesin, çünkü uğursuzluk getirdiğine inanıyorlar. Aynı şekilde lütfen şemsiye de açmayın evlerinde; çünkü evde şemsiye açmak da uğursuzluk getiriyor. Başkaları sizin şemsiyenizi kaybettiğinde size yenisini alırken karşılığında sembolik de olsa para istiyorlar, çünkü şemsiye hediye etmek de kötü şans getirirmiş. Bunlar gibi daha niceleri var aklıma geldikçe önümüzdeki günlerde sizinle paylaşırım.


Deneyimlemek!
Hayat akıp gidiyor ve bizler de deneyimlerimizle yeniden şekilleniyoruz. Uzun zamandır tek yaptığım şey bir mimar gibi kendimi yeniden inşa etmek, öğrenmek, görmek, tanımak, bilmek yani deneyimlemek ve bunları başkalarıyla da paylaşmak. Malum hep üzerinde durduğumuz gibi devir her şeyin hemen paylaşılabildiği bir devir. O nedenle bütün bunları yazdım ve yazmaya da devam edeceğim.

Şimdilik sağlıcakla kalın ve arada yemek bloğumu takip etmeyi unutmayın!

https://www.instagram.com/italyansofrasi/

Alkışlarla yaşıyorum likelarla coşuyorum!


Risultati immagini per sosyal medya cep telefonu karıkatur

Canım telefonum!
Sosyal medyanın hızla büyüdüğü bir çağda biz de büyüyor, hatta biraz da yaş alıp olgunlaşıyoruz. Yeni yüzyılın bize armağanı olan elimizdeki küçücük telefonla, gerçi teknoloji ile o da büyüyor ama, kocaman ve adı sanal olan bir dünyaya dalıyoruz. Bu hayatın içinde daha önce hiç görmediğimiz, hiç bilmediğimiz insanlarla, şehirlerle, ülkelerle ve başka dünyalarla tanışıyoruz, onlara uzaktan temas dahi ediyoruz. Bu sanal dünyanın, son dönemlerin ifadesiyle, popüler olan kişiliklerinin hayatları, yirmi dört saatlerini canlı olarak bizimle paylaşmaları, insan beyninin sürekli yapılan şeyleri alışkanlık haline getirdiğinden yola çıkarak aynı saatlerde hep benzer paylaşım yapmalarıyla bir anda kitleler halinde onları takip etmeye başlıyoruz. Bu durum zamanla sadece takip edende değil takip edilende de bir bağımlılığa dönüşüyor. Her fotoğraf beğeni ve yorum almalı, her video olay yaratmalı ve her paylaşım çok çok çok çok ama çok çok çok like almalı yani Türkçe ifade edecek olursa beğenilmeli.

Depresyondayız!
Türkiye’de bu hal artık politik dünyanın çıkmazları, ekonomik anlamda yaşanan ağır travmalar neticesinde bir nevi toplum üzerinde depresyon etkisi yaratmış durumda diyebiliriz. Eline telefonu alan, bir nebze de olsa, onu içinde bulunduğu durumdan alsın götürsün istiyor. Bunu, bir nevi gerçeklikten uzaklaşma ve başkasının bize çok renkli gelen hayatının sanki bir köşesindeymişiz gibi ruh haline bürünme olarak da izah edebiliriz.


Immagine correlata



Oysa yanlış bilgi alkışı hak etmez!
Oysa başkalarının hayatlarını uzaktan seyre dalarsak bize neler oluyor: Öncelikle önümüze her sunulanı bir gerçeklik ve gereklilik gibi kabul ediyoruz. Mesela ben birinci sıraya "bilginin" kendisini koyuyorum ve bir bakıyorum ki herkes otorite ve herkes her konuda fikir sahibi olmadan bilgi veriyor. Bu yazıyı yazabilmek için son on beş gündür çok popüler olan bazı hesapları inceleme altına aldım. Kendi mesleğim gereği dünyayı gezenleri, tarihçilik yapmaya çalışanları ya da televizyoncuları, sağlıkla ilgili paylaşım yapanları vs dikkatle izledim. Mesela oldukça popüler olan bir kişilik dünyanın en önemli ve ünlü, romanlara dahi konu olmuş Ortaçağ dönemi mimarisi olan gotik kiliselerden birinin önünde yaptığı canlı yayını esnasında “Evet bu görmüş olduğunuz kilise barok dönemi mimarisinin oldukça önemli bir kilisesidir” diye konuşma yapıyordu. Cümle kurulumunda yaptığı hatayı geçtim, sanat tarihi anlatıp sanat tarihinden zerre bir şey anlamadığını bir cümlesiyle görmüş oldum. Takipçileri onu harikasın, şahanesin diye övgülere boğduğu an orada daha fazla kalıp zehirlenme yaşamamak adına telefonu kapatmayı tercih ettim.

Gazete aldık, kupon biriktirdik, ansiklopedimiz oldu bizim!
Peki bu böyle tek örnek mi? Elbette değil, ne yazık ki değil. Bilgi çağında yaşıyoruz, dediğimiz bir dönemdeyiz, ama bilginin kendisi üzerinde bu kadar şaibenin olduğu başka bir dönem de yaşamadık. Eskiden ödev hazırlarken dört elle sarıldığımız ansiklopedilerimiz vardı. Türkiye’de bir nesil gazete kuponu biriktirip ansiklopedi sahibi olmuştu. Bizim evde onlar ne çok okunurdu. Ama anladığım kadarıyla bir çok kişi bu ansiklopedileri vitrinine süs diye biriktirmişti. Yoksa en azından elinin altında güncel teknolojiden önce sahip olduğu gerçek bilgileri tasdikli bir şekilde barındıran bu ansiklopedileri, sadece bir şeyi merak ettiğinde bile karıştırmayı adet edinseydi, şimdi bilgi verdiğini sananları bu kadar alkışlamazdı öyle değil mi?

Umudumuzu kaybetmeyelim!
Aslında çok faydalı ve eğitici sayfalarla da sürekli karşılaşıyorum. Diğerleri kadar tanınır değiller belki, ama benim sanal dünyamda kocaman yerleri var ve onlarla her seferinde yeni bir denize yelken açıyor gibi oluyorum. Demek istediğim şu ki ben bu anlamda gördüğüm şeyi bir süzgeçten geçirebilme yetisine sahibim, dolayısıyla gördüğüm şeyin değerli olup olmadığını tartabiliyorum, ama ne yazık ki popüler sayfaların boş içeriklerinin bu kadar çok talep görmesi aslında herkesin gördüklerine karşı aynı duyarlılıkla yaklaşmadıklarını gösteriyor. Peki biz ne yapacağız? Benim gibi düşünenlerin bu saçmalığı değiştirme yöntemi onlara savaş açmak değil, kendi bilgi dünyalarını başkalarına açmak olmalı!

Peki bundan sonra ne olacak?
Hepimiz tercihlerimizle yaşıyoruz. Mesela ben teknolojiyi hızlı ve güncel bilgi almak için iyi kullanıyorum, çünkü doğru bilgi kanalları nedir, bunun hakkında kendimi eğittim. Ancak doğrudan bilgi aldığım kaynak elbette kütüphanemdeki kitaplar oluyor. Eşim Davide bir Sanat Tarihi profesörü. Onun beslendiği tek kaynak kütüphanesi, eğer güncel bir bilgiye ihtiyaç duyuyorsa, ben daha hızlıyım diye bana soruyor, internetten onun için bakabilir miyim diye ya da uzun uzun araştırma yapıyor o konu üzerine açılmış resmi web sayfalarında. Instagram, Facebook, Twitter vs hiçbir şey kullanmıyor ve yemek yerken hala telefonunu kapatıyor. Üstelik VHS’den film izleyip kasetten müzik dinleme alışkanlığını da hiç bırakmadı. Hala 1920’lerden 80’lere kadar olan filmleri izliyor. Klasiklerden hiç vazgeçmiyor. Teknoloji anlamında tek takip ettiği haberi olmadan dahil edildiği Watsup gurupları oluyor. Halinden memnun, mutlu ve bilgi kirliliğine karşı “MARUZ KALMIYORUM”! diye bir ifade kullanıyor.


Risultati immagini per sosyal medya içeriksiz paylaşım populerlik karıkatur



Maruz kalıyoruz!
Biz maruz kaldığımız için bunun önüne geçen tedbirler almamız gerekiyor. Üzerinde emek harcayarak edindiğimiz bilgiler, yazdığımız uzun makaleler, tezlerimiz, bilgi birikimimiz üç satırlık ve değersiz Instagram ve Twitter paylaşımlarıyla heba olmamalı! Bizim de nitelikli bir okuyucu kitlemiz var. Sadece doğru frekansta buluşmayı bilmek gerekiyor. Bu nedenle ben kendi sayfalarımda, üzerine emek harcayıp da edindiğim bilgilerimi paylaşıyorum. Bir ara uzun uzun bloğumda yazılar yazardım. Sonra doktora tez çalışmalarım beni çok zorlayınca o alışkanlığımız biraz yitirdim. Şimdi herşey sütliman ve kendi platformumda daha çok varlık gösterebilirim. Yazılarımı keyifle okuduklarını söyleyen, mesajlarıyla beni destekleyen ve şimdiki motivasyonumu tekrar kazanmamı sağlayan okuyucularıma çok teşekkür ederim. Sizler sayesinde yeniden buradayım. Beni çok kişinin bilmesi gerekmez. Akademik anlamda Dr. Serap Mumcu’yu Academia sayfasından, sadece İtalya, genel olarak Veneto bölgesi ve Venedik şehri, İtalyan mutfağının bana neler kattığı ve son olarak Venedik bienali hakkında bilgi almak isteyenler beni Instagram sayfalarımdan takip edebilirler. Hem tanışmış oluruz. Yolunuz düşerse buralara, bir kahve içeriz arkadaş da oluruz.

Doğru kanallarda, doğru insanlarla, doğru bilgiyle karşılaşmanız dileğiyle!
https://unipd.academia.edu/SerapMumcu
https://www.facebook.com/profile.php?id=652044267
https://www.instagram.com/serapmumcugeronazzo/
https://www.instagram.com/italyansofrasi/
https://www.instagram.com/italyavenedikrehberi/
https://www.instagram.com/venedikbienali/

23 Mayıs 2018 Çarşamba

2018 Venedik Bienali, Mimari

Heyecan sardı yine San Marco’nun aslanlı şehrini... Yine bir Venedik Bienali ve yine sanat kokan şehrin sanatseverlere büyük hizmeti... Bienal bilindiği üzere son yüzyılın en rağbet gören sanat organizasyonu olarak ilk defa Venedik’te açılmış ve daha sonra dünyanın bir çok farklı şehirlerinde de devam etmişti. Kelime anlamı her ne kadar “biennale” yani iki yılda bir anlamı taşısa da esasında bu etkinlik Venedik’te bir yıl sanat bir yıl da mimari bienali olarak her yıl düzenleniyor. Ben şahsen özel ilgi alanıma girdiği için mimari bienaline karşı hep daha yakından ilgi duyuyorum. Dünyadaki mimari gelişimleri ve günümüz yaşantısının güncel mimariye olan etkisini bienal sergilerinde fazlasıyla hissediyorum ve bana kalanlar kendi yaşam alanımı yeniden dizayn etmemde bana çok yardımcı oluyor. Sizler de bu büyük sanat etkinliğini görmek ve hayatınıza doyasıya sanat katmak için hadi yola çıkın ve Venedik’e gelin.

Dünyanın en büyük bienal organizasyonuna ev sahipliği yapan Venedik şehri 16. kez mimarlar için evinin kapılarını, bahçelerini, tersanelerini, tarihi saraylarını ve meydanlarını sanatseverlerle buluşmak üzere açıyor. 26 Mayıs-25 Kasım 2018’de Venedik’te Arsenale ve Giardini iki ana merkez olmak üzere şehrin bir çok farklı noktasında açılacak olan sergilerle altı ay boyunca sabah 10.00’dan akşam 18.00’e kadar açık kalacak olan sergi alanları sanat severleri ve bienal müdavimlerini bekliyor olacak. (Bienal alanı sadece dört pazartesi günü kapalı olacak: 28 Mayıs, 13 Ağustos, 3 Eylül ve 19 Kasım).

Türkiye’nin pavyonunun da bulunduğu iki önemli sergi alanı olan Giardini ve Arsenale bölgesi birer girişli olmak üzere, iki farklı gün ya da aynı günde 25 Euro karşılığındaki bilet ile gezilebilir.

Freespace

16. Mimarlık Bienalinin iki kuratörü olan Yvonna Farrelle ve Shelley McNamara, 7 Haziran 2017 tarihinde Bienal başkanı Paolo Baratta ile yaptıkları basın toplantısında “Freespace” yani “Serbest Mekan” başlığını bienale tema olarak seçtiklerini ilan ettiler.

İnsanlar ve mekanlar arasındaki anlamlı bağı besleyen ve destekleyen mimarlığın temel yeterliliğini sürdüren kavramların "cömertlik" ve "düşüncelilik" olduğuna inanan Yvonne Farrell ve Shelley McNamara, bu iki kavramı serginin odağı haline getiriyor. Mimarlık, özünü iyimserlik ve devamlılıktan alan bu kavramları, cömertlik ve küratörlerin nitelendirdiği ‘Serbest Mekan’ı takas etmek için duyulan tutku ile somutlaştırıyor. Farrell ve McNamara, mimarlıktaki insan, mekan, zaman ve tarihe dayanan çeşitlilik, özgüllük ve devamlılığı ortaya çıkarmak ve bu dinamik gezegen üzerindeki mimarlık kültürünü ve ilişkisini sürdürmek adına tüm katılımcıları kendi ‘Serbest Mekan’larını Venedik’e taşımaya davet ediyor.

Bienal sergisi, ‘Freespace' teması çerçevesinde, yüzeyin değişim, zenginlik ve maddeselliği; hareketin düzenlenip sıralanması, mimarinin somutlaşan gücünün ve güzelliğinin açığa çıkarılması gibi, mimarlığın temel niteliklerini ele alan örnek, öneri ve işleri bir araya getirecek. Ölçek ve niteliğin mekansal ve fiziksel varlığını gözler önüne serecek olan serginin, özellikle mimarlığın karmaşık mekansal doğasıyla iletişim kurarak ziyaretçiyi etkilemesi bekleniyor.

Küratörler, mimarlığı daha kapsamlı şekilde anlamak, temel mimari değerler hakkında tartışma başlatmak, mimarlığın insanlığa yaptığı kanıtlanmış ve kalıcı katkıları kutlamak üzere bienal ziyaretçilerinin etkin duygusal ve entelektüel katılımını bekliyor.

Serbest Mekan algısının sunduğu çağrışımlar insan ruhunun cömertliği ile birleşecek ve günümüz dünyasının ihtiyaçlarına mimari alanında cevap vermeye çalışacak. Venedik bu anlamda bienalin teması ile uyumlu şekilde büyük mekanlarını sanatçıların hizmetine sunuyor. Yaklaşık on yıldır bu şehirde yaşayan bir akademisyen olarak söyleyebilirim ki bu şehir bir zamanlar şehrin koruyucusu olan Aziz Markus’un tüccarlarına Doğu Akdeniz’i fethetme imkanı vermişti, günümüzde ise aynı şehir eşsiz güzelliği ve görkemli geçmişinden geriye kalan harebe olmaya yüz tutmuş binaları ile sanat severleri fethediyor. Bienal zamanı bütün şehir dünyanın dört bir tarafından gelen sanatseverleri bir araya getiriyor. Açılış kokteyllerinde günümüz sanat dünyasının belki de yıldızlaşan artistleri ile birebir tanışma ve hatta uzunca sohbet etme imkanı bile bulunuyor.

Esasında çoğu insanın yabancı olduğu modern sanat anlayışı ve bu anlayışın temsilcisi olan sanatçılar için Venedik bienali adeta bir oksijen çadırı vazifesi görüyor. Sanatçı derdini anlatmaya çalışırken yüzbinlerce insan da sanatçının aktarımından bir mana çıkartmaya çalışıyor. On yıldır tadına vara vara ve gerçekten özümseyerek gezdiğim bienal sergileri içerisinde sanatın esasında yaşayan bir varlık gibi içinde bulunduğu ortam ve durum ile şekillendiğini gördüm. Günümüz insanının varolan bütün problemleri son yılların bienal etkinliklerinde işlenen konuların başında geldi: Suriye’de yaşanan iç savaş, Akdeniz’de batan botların ardından yitip giden hayatlar, karaya vuran bedenler, azınlıkların günümüz siyasi anlayışında sürdürdükleri yaşam biçimleri, insanoğlunun doğaya verdiği zarar ve mekanikleşen hayatlar, toprağa değmeyen ayaklar, estetikten yoksun yaşam alanları ve bir yandan da hala korumaya çalıştığımız öz benliklerimiz, köklerimizden gelen alışkanlıklarımız, eskiye olan özlemlerimiz ve bitmek bilmeyen ihtiyaçlarımız... Sanat severlerin en çok ilgisini çeken çalışmalar umut vaadedenler oluyor. Mesela geçen sene Lorenzo Quinn tarafından Ca’ Sagredo otelinin ön yüzüne yerleştirilen zarif eller “Support” adı ile neredeyse bir yıl boyunca yerinde kaldı. Uzun süredir kendi problemleri ile boğuşan şehir Lorenzo’nun elleri ile adeta küresel ısınmaya, denizaltında kalarak sonsuzluğu uğurlanmaya, kaybetmeye mahkum olmadığını farketti ve şöyle dedi: hem zaten bazen minicik bir dokunuştur bize hayat veren...

Türkiye Pavyonu

Türkiye, Venedik Bienali Uluslararası Sanat Sergisi’nde ilk kez 1991 yılında Beral Madra’nın kişisel çabaları ve TC Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteğiyle yer aldı. Beral Madra, 1991-2001 yılları arasında bienalde yer alan Türkiye sergilerinin küratörlüğü ve komiserliğini üstlendi. 2003 yılında TC Dışişleri Bakanlığı’nın da desteğiyle bir mekan kiralama kararı alındı ve ilk Türkiye Pavyonu’nun küratörlüğü ve komiserliğini de 2007 yılına dek Türkiye’nin Venedik Bienali’ne katılımını sağlayan Beral Madra üstlendi. Aynı yıl İstanbul Kültür Sanat Vakfı Türkiye pavyonunu düzenleme görevini devraldı.

İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın girişimi ve 21 destekçinin katkılarıyla Türkiye, 2014 yılından itibaren Venedik Bienali’nde uzun süreli bir mekâna sahip oldu. Arsenale’de 2014-2034 yılları arasında tahsis edilen bu mekân sayesinde Türkiye Pavyonu, 2014 yılında ilk kez Venedik Bienali Uluslararası Mimarlık Sergisi’nde de yer aldı.

Türkiye Pavyonu Sponsorları

Türkiye Pavyonu, TC Dışişleri Bakanlığı ile TC Kültür ve Turizm Bakanlığı himayesinde gerçekleştiriliyor.

Uluslararası Sanat Sergisi’nde yer alan Türkiye Pavyonu 2007 yılında Garanti Bankası tarafından desteklenirken, 2009 yılında İKSV'nin kendi imkânları ile yapıldı. 2007’de başlatılan Venedik Bienali Türkiye Pavyonu Dostları programı 2011 yılında da pavyonun gerçekleştirilmesine katkıda bulundu. 2011, 2013 ve 2015’te sponsorluğu Fiat tarafından üstlenilen Venedik Bienali Uluslararası Sanat Sergisi Türkiye Pavyonu, 2013 ve 2015 yıllarında SAHA Derneği’nin prodüksiyon desteğiyle gerçekleştirildi.

2014 yılında 14. Uluslararası Mimarlık Sergisi’nde yer alan Türkiye Pavyonu ise Schüco Türkiye ve VitrA’nın eş sponsorluğunda, Häfele’nin prodüksiyon desteğiyle gerçekleştirildi.

Türkiye’nin Venedik Bienali sergilerinde uzun süreli bir mekânda yer almasını sağlayan kişi ve kurumlar arasında Akbank, Mehveş-Dalınç Arıburnu, Berrak-Nezih Barut, Ali Raif Dinçkök, Vuslat Doğan Sabancı, Füsun-Faruk Eczacıbaşı, Oya-Bülent Eczacıbaşı, Enka Vakfı, Nesrin Esirtgen, Eti Gıda San. ve Tic. AŞ, Ahu-Can Has, Öner Kocabeyoğlu, MAÇAKIZI, Tansa Mermerci Ekşioğlu, Polimeks Holding, SAHA, Taha Tatlıcı, T. Garanti Bankası AŞ, Vehbi Koç Vakfı, Zafer Yıldırım, Yıldız Holding AŞ yer alıyor.

2018 yılı 16. Venedik Bienli Türkiye Pavyonu

Küratörlüğünü mimar Kerem Piker'in, yardımcı küratörlüğünü Cansu Cürgen, Yelta Köm, Nizam Onur Sönmez, Yağız Söylev ve Erdem Tüzün'ün üstlendiği Vardiya projesi kapsamında bienal süresince haftalık vardiyalar hâlinde Venedik'e gidecek mimarlık öğrencileri bienalin bu yılki teması Freespace/Serbestmekân kavramı çerçevesinde geniş katılımlı bir projeye dahil olacak.


Türkiye Pavyonu'nun İlk Konuğu Emre Arolat

Türkiye Pavyonu, Vardiya projesi kapsamında bienal süresince, Emre Arolat, Eva Franch Gilabert, Juhani Pallasmaa, Jan Boelen ve Refik Anadol gibi mimarlık ve tasarım dünyasının önde gelen isimlerini konuk konuşmacı olarak ağırlayacak.

Atölye katılımcılarıyla tüm bienal ziyaretçilerine açık olacak konuşmaların ilkinin konuğu mimar Emre Arolat olacak. Emre Arolat bienalin ilk hafta sonunda, Türkiye Pavyonu'nda 27 Mayıs Pazar günü saat 14.00'te bir sohbet gerçekleştirilecek. Konuşma, Vardiya'nın YouTube kanalından da canlı izlenebilecek.

Bienal süresince konuk konuşmacıların yanı sıra, farklı alanlardan isimlerin katılımıyla 50 çevrimiçi yuvarlak masa oturumu da gerçekleştirilecek. Aralarında Bernard Khoury, Andrew Kovacs, Han Tümertekin ve Cynthia Davidson gibi mimarlık ve tasarım dünyasının önde gelen isimlerinin bulunduğu konuşmacılar, oturumlarda atölye katılımcılarıyla beraber "Bienal ne için var?", "Bienal kimin için var?" ve "Bienal ne işe yarar?" sorularını irdeleyecek.


Vardiya Etkinlikleri YouTube Kanalı ve Blog Üzerinden Canlı Takip Edilebilecek

Vardiya süresince gerçekleştirilecek tüm atölye ve üretimler vardiyaxpress.com adresinden takip edilebilecek. 27 Mayıs'ta başlayacak ilk atölyeyle beraber Vardiya'nın güncel programı, katılımcılarının üretimleri, çeşitli yazılar, konuk konuşmacıların konuşmaları, dijital yuvarlak masa oturumları gibi projeye dair pek çok bilgi ve habere vardiyaxpress.com adresi üzerinden erişilebilecek.

Venedik Bienali 16. Uluslararası Mimarlık Sergisi boyunca Türkiye Pavyonu’nda gerçekleştirilen tüm konuşmalar ve çevrimiçi yuvarlak masa oturumları ise bienal boyunca Vardiya’nın YouTube kanalından (Vardiya Online: https://www.youtube.com/channel/UC_NTyZaDvOwX_kDJ47FQTIQ takip edilebilecek. Mimarlık okulu öğrencilerinin, Vardiya projesine başvururken hazırladıkları, Bienal ne için var?”,Bienal kimin için var?” ve “Bienal ne işe yarar?” sorularından en az birine cevap verdikleri bir dakikayı geçmeyen videolara da projenin Youtube kanalından erişmek mümkün.

Faydalanılan siteler

http://www.labiennale.org/it/architettura/2018

http://bienal.iksv.org/tr

http://www.arkitera.com/haber/30223/venedik-mimarlik-bienali-icin-geri-sayim

İtalya'da Yaşamak

Yurtdışı deneyimleri İtalya’nın birçok şehrinde sıklıkla misafirlerimi gezdiriyorum. Büyük bir hevesle geliyorlar ve İtalya’da bulunma...